Âyetler
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
قَالَ اللَّه تعالى :
{ وَمَا أُمِرُوا إِلاَّ
لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلاةَ
وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ }
1. “Onlara
sadece şu emredilmişti:
Bâtıl
dinleri bırakarak yalnız Allah’a yönelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar,
zekâtı versinler. İşte doğru din budur.”
Beyyine
sûresi (98), 5
Yahudi ve hristiyanlara tıpkı İbrâhim aleyhisselâm gibi olmaları, Allaha
hiçbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mütevâzi ve
saygılı davranmaları emrolunmuştu. Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları,
yalnızca Allah’a ibadet edip namaz kılmaları, zekât vermeleri istenmişti. Zaten
Allah tarafından gönderilen bütün kitaplarda yazılan budur. Diğer bir ifadeyle
söylemek gerekirse ilâhî dinlerde değişmeyen üç esas vardır: Allah’a imân
etmek, namaz kılmak ve zekât vermek. Fakat onlar bu emirlere uymadılar. İşte bu
sebeple müslümanların ihlâs, samimiyet ve dürüst bir niyetle Allah’ın
buyruklarını yerine getirmeye çalışmaları şarttır. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine
uymayan yahudi ve hristiyanlara hiçbir şekilde benzememeleri gerekmektedir.
وقَالَ
تعالى : { لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ
التَّقْوَى مِنْكُمْ }
2. “Kurbanların ne etleri, ne de
kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin ihlâs ve samimiye-tiniz ulaşır.”
Hac
sûresi (22), 37
Kurbanın akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret
olduğu zannedilir. İnsanlar için durum böyle olabilir. Allah Teâlâ kurbanın ne
etine, ne de kanına bakar. Onun için önemli olan, hayvanın sırf Allah rızâsı
için kesilmesidir. Kurban edilen hayvan Allah rızâsı için kesilmiyorsa, o
kurbanın hiçbir değeri yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği, karşılığında
mükâfat yazdığı şey insanın ihlâsı, iyi niyeti ve samimiyetidir.
وقَالَ تعالى : { قُلْ إِنْ تُخْفُوا مَا فِي
صُدُورِكُمْ أَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللَّهُ } .
3. “De ki,
gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.”
Âl-i
İmrân sûresi (3), 29
Gizlilik veya açıklık insanlar için söz konusudur.
Allah Teâlâ insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi,
kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir. Allah’a inanan, onun
gönderdiği dini benimseyen bir kimse bütün davranışlarını, hatta gönlünden
geçen duyguları bile kontrol etmelidir.
Hadisler :
1- وعَنْ أَميرِ الْمُؤْمِنِينَ أبي حفْصٍ عُمرَ بنِ
الْخَطَّابِ بْن نُفَيْل بْنِ عَبْد الْعُزَّى بن رياح بْن عبدِ اللَّهِ بْن
قُرْطِ بْنِ رزاح بْنِ عَدِيِّ بْن كَعْبِ بْن لُؤَيِّ بن غالبٍ القُرَشِيِّ
العدويِّ . رضي الله عنه ، قال : سمعْتُ رسُولَ الله
صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ
« إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات ، وإِنَّمَا
لِكُلِّ امرئٍ مَا نَوَى ، فمنْ كانَتْ هجْرَتُهُ إِلَى الله ورَسُولِهِ فهجرتُه
إلى الله ورسُولِهِ ، ومنْ كاَنْت هجْرَتُه لدُنْيَا يُصيبُها ، أَو امرَأَةٍ
يَنْكحُها فهْجْرَتُهُ إلى ما هَاجَر إليْهِ » متَّفَقٌ على
صحَّتِه. رواهُ إِماما المُحَدِّثِين: أَبُو عَبْدِ الله مُحَمَّدُ بنُ إِسْمَاعيل
بْن إِبْراهيمَ بْن الْمُغيرة بْن برْدزْبَهْ الْجُعْفِيُّ الْبُخَارِيُّ، وَأَبُو
الحُسَيْنِى مُسْلمُ بْن الْحَجَّاجِ بن مُسلمٍ القُشَيْريُّ النَّيْسَابُوريُّ
رَضَيَ الله عَنْهُمَا في صَحيحيهِما اللَّذَيْنِ هما أَصَحُّ الْكُتُبِ
الْمُصَنَّفَة .
1. Mü’minlerin emîri
Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin
karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak,
onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret
sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına
kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre
değerlenir.”
Buhârî, Bed’ü’l-vahy
1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim,
İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî,
Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Hz. Ömer :
Hz. Ömer Kureyş kabilesinin Benû Adî kolundan olup soyu Peygamber
Efendimiz’in soyu ile birleşir. Hadisimizin başında Nevevî’nin zikrettiği bu
nesep zinciri şöyledir:
Ömer - Hattâb -
Nüfeyl- Abdüluzzâ - Riyâh - Abdullah - Kurt - Rezâh - Adî - Ka`b - Lüey - Gâlib
Hz. Ömer Resûl-i Ekrem’den 10 yaş kadar küçüktü. İslâmiyet ile
şereflenmeden önce müslümanlara pek eziyet ederdi. Nüfuzuyla, güç ve kuvvetiyle
tanınmış bir yiğit olduğu için, onun müslüman olması diğer müslümanları
güçlendirdi. İslâm ile şereflendiği gün Kâbe’ye giderek namaz kıldı. Diğer
müslümanlar da ilk defa o gün Kâbe’de namaz kıldılar.
Medine’ye hicret edince, şehir merkezine bugün 3
km . uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti. Gün aşırı Resûl-i
Ekrem’i ziyaret ederek, bütün gün onun yanında kalırdı. Medine’de Hz. Ebû Bekir’le
birlikte Resûlullah’ın en büyük yardımcısı oldu. Onun katıldığı bütün
savaşlarda bulundu. Kızı Hafsa’yı onunla evlendirerek Hz. Peygamber’in kayın
pederi olma şerefini elde etti. Resûlullah Efendimiz’i o kadar derin bir
muhabbetle severdi ki, onun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka girdi.
Kılıcını çekerek, Peygamber öldü diyenleri ikiye biçeceğini söyledi.
Son derece doğru ve isabetli düşünürdü. Henüz hakkında vahiy
gelmeyen 15-20 önemli konuda Hz. Peygamber’e başvurarak o hususlarda âyet
indirmesi için Allah Teâlâ’ya dua etmesini istedi. Bazan da o konulardaki
kanaatini Hz. Peygamber’e arzetti. Hz. Ömer’in açıklık getirilmesini istediği
hususlarda âyetler nâzil oldu. Hakkında âyet nâzil olan bu konulara, Ömer’in
âyete uygun görüşleri anlamında “Muvâfakât-i
Ömer” denmiştir
(Bu konuda geniş
bilgi için bk. Tecrîd Tercemesi, II, 349-353).
Hz. Ebû Bekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu.
İran, Irak, Suriye, Mısır topraklarını İslâm ülkesine kattı. Kudüs, Azerbaycan,
Ermenistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Basra, Kûfe, Musul
gibi büyük şehirleri kurdu. Eşsiz adalet anlayışıyla, dünya tarihinde benzeri
görülmeyen adalet örnekleri verdi. Yardıma muhtaç olan herkese maaş bağladı.
Devlet idâresinde önemli yenilikler yaptı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilât
kurdu. İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâmî ilimlerin daha geniş muhitlere
yayılması için faaliyet gösterdi. İslâmiyet’i uzun yıllar boyu bizzat
Resûlullah Efendimiz’den öğrenmesi sebebiyle İslâm Hukuku’nun birçok meselesinde
şahsî görüşleri vardı.
Hz. Ömer sert tabiatına rağmen pek mütevâzi bir insandı. Yamalı
gömlek giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, çıplak döşemede yatıp
uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Halifeliği süresince
geceleri sokak sokak dolaşır, herkesin şikâyetini dinler, halkın dertlerine
çözüm getirirdi. Çok güzel konuşur, hikmetli sözler söylerdi. Mert ve doğru
sözlü olanları sever, kendini tenkid etseler bile onlara gücenmezdi. Halka
hitap ettiği birgün, yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını
sormuştu.
Cemaatten biri hemen ayağa kalkarak:
- Seni kılıcımızla doğrulturuz, demişti.
Hz. Ömer adamın cesaretini denemek için:
- Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun? diye
sormuş,
o adamın gözünü kırpmadan: - Evet, bu sözleri senin hakkında
söylüyorum,
demesine pek sevinmiş ve:
- Allah’a şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın
içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var, demişti.
Hz. Ömer hicretin 24. yılında Zerdüşt bir köle tarafından şehid
edildi ve Hz. Peygamber’in ayakları dibine gömüldü.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar :
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve
günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu
söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu
hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm
Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle
başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne
olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş ya kalble,
ya dille veya diğer
organlarla yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır.
Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan
başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu
zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara
zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir
ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar
vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap
kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında
değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet
makbul olmaz. Allah Teâlâ bizim
şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi
fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle
demişti:
“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti
kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne
kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği
vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş
bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir
niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır.
İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de
insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah
katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim
ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış
olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât
vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen
bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin
göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle
bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap
kazanmış olur.
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve
güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber
Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet
gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne
yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat
Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak
ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse
getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an
okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı
ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O
adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği,
onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam”
desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme
atılacağı belirtilmektedir (Müslim,
İmâre 152).
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde
ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği
kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur.
Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet
etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin
niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap
da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek
demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel
mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, Allah’ın
yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur (bk. 1569
nolu hadis).
Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek
demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla
göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece
Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa,
hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir.
Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir
kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir
sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya
kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” [Şûrâ sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu
anlatılır:
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister.
Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle
evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada
evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o
sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu
durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays”
diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya
başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye
açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle
başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille
söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini
kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir.
13-
وعن أبي عَبْد الرَّحْمَن عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ بْنِ الْخطَّابِ، رضي الله
عنهما قال: سَمِعْتُ رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يَقُولُ:
«انْطَلَقَ ثَلاَثَةُ نفر مِمَّنْ كَانَ قَبْلَكُمْ حَتَّى آوَاهُمُ الْمبِيتُ
إِلَى غَارٍ فَدَخَلُوهُ، فانْحَدَرَتْ صَخْرةٌ مِنَ الْجبلِ فَسَدَّتْ عَلَيْهِمْ
الْغَارَ، فَقَالُوا : إِنَّهُ لا يُنْجِيكُمْ مِنْ الصَّخْرَةِ إِلاَّ أَنْ
تَدْعُوا الله تعالى بصالح أَعْمَالكُمْ .
قال رجلٌ مِنهُمْ :
اللَّهُمَّ كَانَ لِي أَبَوانِ شَيْخَانِ كَبِيرانِ ، وكُنْتُ لاَ أَغبِقُ
قبْلهَما أَهْلاً وَلا مالاً فنأَى بي طَلَبُ الشَّجرِ يَوْماً فَلمْ أُرِحْ
عَلَيْهمَا حَتَّى نَامَا فَحَلبْت لَهُمَا غبُوقَهمَا فَوَجَدْتُهُمَا نَائِميْنِ
، فَكَرِهْت أَنْ أُوقظَهمَا وَأَنْ أَغْبِقَ قَبْلَهُمَا أَهْلاً أَوْ مَالاً،
فَلَبِثْتُ وَالْقَدَحُ عَلَى يَدِى أَنْتَظِرُ اسْتِيقَاظَهُما حَتَّى بَرَقَ
الْفَجْرُ وَالصِّبْيَةُ يَتَضاغَوْنَ عِنْدَ قَدَمى فَاسْتَيْقظَا فَشَربَا
غَبُوقَهُمَا . اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتُ فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ
فَفَرِّجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ مِنْ هَذِهِ الصَّخْرَة ، فانْفَرَجَتْ شَيْئاً
لا يَسْتَطيعُونَ الْخُرُوجَ مِنْهُ .
قال الآخر :
اللَّهُمَّ إِنَّهُ كَانتْ لِيَ ابْنَةُ عمٍّ كانتْ أَحَبَّ النَّاسِ إِلَيَّ »
وفي رواية : « كُنْتُ أُحِبُّهَا كَأَشد مَا يُحبُّ الرِّجَالُ النِّسَاءِ ،
فَأَرَدْتُهَا عَلَى نَفْسهَا فَامْتَنَعَتْ مِنِّى حَتَّى أَلَمَّتْ بِهَا سَنَةٌ
مِنَ السِّنِينَ فَجَاءَتْنِى فَأَعْطَيْتُهِا عِشْرينَ وَمِائَةَ دِينَارٍ عَلَى
أَنْ تُخَلِّىَ بَيْنِى وَبَيْنَ نَفْسِهَا ففَعَلَت ، حَتَّى إِذَا قَدَرْتُ
عَلَيْهَا » وفي رواية : « فَلَمَّا قَعَدْتُ بَيْنَ رِجْليْهَا ، قَالتْ : اتَّقِ
الله ولا تَفُضَّ الْخاتَمَ إِلاَّ بِحَقِّهِ ، فانْصَرَفْتُ عَنْهَا وَهِىَ
أَحَبُّ النَّاسِ إِليَّ وَتركْتُ الذَّهَبَ الَّذي أَعْطَيتُهَا ، اللَّهُمَّ
إِنْ كُنْتُ فَعْلتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فافْرُجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ
، فانفَرَجَتِ الصَّخْرَةُ غَيْرَ أَنَّهُمْ لا يَسْتَطِيعُونَ الْخُرُوجَ مِنْهَا
.
وقَالَ الثَّالِثُ :
اللَّهُمَّ إِنِّي اسْتَأْجَرْتُ أُجرَاءَ وَأَعْطَيْتُهمْ أَجْرَهُمْ غَيْرَ
رَجُلٍ وَاحِدٍ تَرَكَ الَّذي لَّه وذهب فثمَّرت أجره حتى كثرت منه الأموال فجائنى
بعد حين فقال يا عبد الله أَدِّ إِلَيَّ أَجْرِي ، فَقُلْتُ : كُلُّ مَا تَرَى منْ
أَجْرِكَ : مِنَ الإِبِلِ وَالْبَقَرِ وَالْغَنَم وَالرَّقِيق فقال: يا عَبْدَ
اللَّهِ لا تَسْتهْزيْ بي ، فَقُلْتُ : لاَ أَسْتَهْزيُ بك، فَأَخَذَهُ كُلَّهُ
فاسْتاقَهُ فَلَمْ يَتْرُكْ مِنْه شَيْئاً ، اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتُ فَعَلْتُ
ذَلِكَ ابْتغَاءَ وَجْهِكَ فافْرُجْ عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ ، فَانْفَرَجَتِ
الصَّخْرَةُ فخرَجُوا يَمْشُونَ » متفقٌ عليه.
13. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer
İbni’l-Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca,
yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın
ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
— Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu
kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
—Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini
yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Birgün
hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim.
Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım
ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev
halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı
elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan
sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler.
Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya
sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak
gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
—Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka
rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar
seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık
olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120
altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka rivâyete göre:
Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun
görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde
kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.
Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki
sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine
çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
—Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri
dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım.
Bu paradan büyük bir servet türedi. Birgün bu adam çıkageldi. Bana:
—Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona:
—Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden
türedi, dedim. Adamcağız:
—Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye
cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne
katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde
bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan
kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler.
Buhârî, Büyû` 98, İcâre
12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100
Abdullah İbni Ömer
Hicretten on yıl önce Mekke’de doğdu. Babası Hz. Ömer’le birlikte müslüman
oldu ve onunla birlikte hicret etti. On üç yaşında iken Uhud Savaşı’na katılmak
istedi; fakat Hz. Peygamber onun henüz çok genç olduğunu söyleyerek buna izin
vermedi. Hayatının ileriki dönemlerinde birçok savaşlara ve fetihlere iştirak
etti. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin de bulunduğu İstanbul seferine katıldı.
Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra halife olması istenen adaylardan biri
de İbni Ömer’di. Fakat o bu teklifi benimsemedi. Müslümanlar arasındaki
anlaşmazlıklara katılmadı. Dinî konularda ihmâllerini gördüğü idarecileri hemen
uyarırdı.
Ablası Hz. Hafsa Resûl-i Ekrem’in hanımı olduğu için, Efendimiz’in
yakın çevresinde bulunma imkânına sahipti. Bu sebeple sahâbîlerin görüp duyma
imkânını bulamadığı birçok hadisin müslümanlara ulaşmasını sağladı.
Rivayet ettiği, mükerrerleriyle birlikte 2630 hadis ile Ebû Hüreyre’den
sonra en çok hadis rivayet eden yedi sahâbînin(müksirûnun) ikincisi oldu.
İbni Ömer aynı zamanda en çok fetvâ veren yedi sahâbîden biriydi. Altmış
yıl boyunca fetvâ verdi.
Hz. Peygamber’in hayat tarzına harfi harfine uyma ve onun emirlerini aynen
yerine getirme konusunda bir benzeri daha yoktu. İbni Ömer birgün gördüğü bir
rüyayı ablası Hz. Hafsa aracılığıyla Peygamber Efendimiz’e arzetti.
Efendimiz’in:
“Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” buyurması üzerine,
o günden itibaren gece namazını hiç terketmedi. Resûl-i Ekrem’in vefatından
sonra ona olan sevgisinden dolayı, Fahr-i Cihân Efendimiz’in namaz kıldığı
yerleri öğrenip oralarda namaz kılar, yürüdüğü yollarda yürür, gölgelendiği
ağaçların altında oturur, kurumasınlar diye onları sulardı. Hele
Efendimiz’in selâmlaşma konusundaki buyruklarını yerine getirme hususunda pek
titiz davranırdı. Hiçbir işi olmadığı halde sadece müslümanlarla selâmlaşmak
için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı herkese selâm verirdi.
Abdullah İbni Ömer ashâb-ı kirâmın ileri gelen zenginlerindendi. Servetinin
fazla birikmesine meydan vermez, eline geçeni yoksullara dağıtırdı. Sahip
olduğu şeyler içinde en çok beğendiklerini, Allah yolunda kurban edilmek veya
sadaka olarak verilmek üzere ayırırdı. Bir defasında câriyelerinden birine
aşırı sevgi duymaya başlamış, onu hemen âzâd ederek diğer âzadlılarından
biriyle evlendirmişti.
İyi halini gördüğü ve bilhassa namaz kıldığını öğrendiği bütün kölelerini
âzâd etmeye başlamıştı. Dostlarından biri onu uyarma gereğini duydu.
Kölelerinden bir kısmının sırf âzâd edilmek için câmiye gittiğini söyleyince
ona:
Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya razıyız, karşılığını
verdi. Çeşitli sebeplerle 1000’den fazla köle âzâd etti.
Kibir duygusuna kapılma endişesiyle sade giyinirdi. Sağlıklı olmasına
rağmen az yemek yerdi.
Saçları omuzlarına dökülecek kadar uzundu. Sakalını kına ve ketem denilen
çivit boyasıyla sarıya boyar, bu sebeple sakalı kumral bir renk alırdı. Hz.
Peygamber’in de öyle yaptığını söylerdi.
Abdullah İbni Ömer 73 (692) yılında seksen beş yaşında iken Mekke’de vefat
etti.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
:
Hadîs-i şerîfte iyi niyetle, ihlâs ve samimiyetle yapılan davranışların
Allah Teâlâ’yı hoşnut ettiği belirtilmektedir. Cenâb-ı Hak kendi rızâsını elde
etmek için yapılan güzel hareketlerden ve azâbından korkularak terkedilen kötü
işlerden dolayı kulundan memnun olmaktadır. O’nun bu hoşnutluğu insanı hem
dünyadaki hem de âhiretteki birçok sıkıntılardan kurtarmakta, her iki dünyada
bahtiyar olmasını sağlamaktadır.
Efendimiz’in anlattığı bu kıssada ana babaya hizmet, nefse
hâkimiyet ve insan hakkına hürmetin önemi belirtilmektedir.
Birinci kıssa, ana babaya yapılan iyiliğin, onların gönlünü hoş tutmanın
değerli bir hareket olduğunu göstermektedir. Aslına bakılırsa, insan ana
babasına iyilik yapmaya mecburdur. Çünkü onlar vaktiyle kendisine birçok iyilik
yapmışlardır. Şimdi ise iyilik yapma sırası evlâda gelmiştir. Buradaki güzel
davranış sadece ana babayı içine aldığı, öteki kıssalarda ise başkalarına iyilik
söz konusu olduğu için, onlar daha değerli görünmektedir.
Bu üç güzel hareketin en değerlisi, amcasının kızına sahip olmasına
hiçbir engel yokken sadece Allah’tan korktuğu için nefsinin isteklerine meydan
vermeyen kimsenin davranışıdır. Böyle birinin cennetlik olduğunu şu âyet-i
kerîme de göstermektedir:
“Rabbinin huzurunda (suçlu) durmaktan korkarak nefsini kötü arzulardan
uzaklaştıranlar için şüphesiz varılacak yurt cennettir” [Nâzi`ât
sûresi (79), 40-41].
İnsan sıkıntıya düşünce, kendisini bu sıkıntılardan kurtarması için Allah
Teâlâ’ya dua ve niyaz etmelidir. Bu esnada samimiyetle yaptığından emin olduğu
bazı güzel hareketlerini anarak, onların hâtırına kendisine yardım etmesini
söyleyip Allah Teâlâ’ya yalvarabilir. Bu hiçbir zaman başa kakma anlamına
gelmez. İnsanın sıkıştığı zamanlarda dua vesilesi yapabileceği ihlâslı
işlerinin olması ne güzeldir.
İhlâs ve iyi niyetle yapılan güzel davranışların hayırlı neticeleri daha
dünyada iken, hatta her şeyin bittiği sanılan bir zamanda görülüverir. Bu da
ihlâs ve iyi niyetin insan hayatındaki yerini gösterir.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Anne ve babaya herkesten çok itaat ve hürmet etmeli, onları bütün
sevdiklerine tercih etmelidir.
2. Nefsin arzu ettiği şeyleri yapabilecek imkâna sahip olduğu halde, sırf
Allah’tan korkarak ve onun rızâsını kazanmak isteyerek bunları terketmek insana
büyük faziletler kazandırır.
3. İnsanlarla yapılan işlerde dürüst, anlayışlı ve fedakâr davranmak,
emanete riâyet etmek Allah Teâlâ’yı memnun eden güzel hareketlerdir.
4. Allah Teâlâ yapılan hiçbir iyiliği zâyi etmez; zamanı gelince onu
değerlendirir.
5. İnsan ihlâs ve iyi niyetinin karşılığını hem dünyada hem de âhirette
görür.