1785- عَنْ أبي هُريْرةَ رضي اللَّه عَنْهُ قَالَ : قَال رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :
« إنَّ اللَّه تَعَالى يَرضي لَكُمْ ثلاثاً ، وَيَكْرَه لَكُمْ ثَلاثاً : فَيَرضي لَكُمْ أنْ تَعْبُدوه ،
وَلا تُشركُوا بِهِ شَيْئاً ، وَأنْ تَعْتَصِموا بِحَبْلِ اللَّهِ جَمِيعاً وَلا تَفَرَّقُوا ، ويَكْرهُ لَكُمْ :
قِيلَ وَقَالَ ، وَكَثْرَةَ السُّؤالِ ، وإضَاعَةَ المَالِ »رواه مسلم ، وتقدَّم شرحه .
1785. Ebû
Hüreyre radıyallahu anh'den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah Teâlâ sizin
için üç şeyden hoşnut olur, üç şeyden de hoşlanmaz. Sizin sadece kendisine
ibadet etmenizden, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan ve Allah'ın ipine
sımsıkı sarılıp tefrikaya düşmemenizden hoşlanır. Dedikodu yapmanızdan, çok
sual sormanızdan ve malı telef etmenizden de hoşlanmaz."
Müslim, Akdiye 10.
Ayrıca bk. Mâlik, Muvatta', Kelâm 20; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327, 360, 367
Açıklamalar :
Allah'ın rızâsından, hoşnut
olmasından maksat, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçınan
kullarına verdiği mükâfat ve sevaptır. Allah'ın rızâ göstermemesinden, hoşnut
olmamasından veya bazı hadislerde ifade edildiği gibi kızmasından maksat ise,
yasaklarına uyulmaması sebebiyle kula yazdığı günah ve bunun karşılığında
kişinin göreceği cezâdır.
İbadet, kulluk demektir. Cenâb-ı
Hakk'ın bütün mahlûkâtından üstün yarattığı insandan istediği ilk şey, Allah'ı
bilip tanıması, O'na kulluk bilincine sahip olması ve sadece O'na ibadet
etmesidir. İmanın ve İslâm'ın
temel şartı, tevhid inancına sahip olmak ve ibadet edilecek yegâne mâbud olarak
Allah'ı tanımaktır. İbadet, yani kulluk tabiri, sadece kişinin
yapmakla mükellef olduğu belirli ibadetleri kapsamaz; bunun aksine, onun bütün hayatını Allah'ın emir
ve yasakları doğrultusunda düzenlemesi anlamına gelir. Farz kılınmış olan ibadetlerin gayesi,
kişiyi bu hedefe ulaştırmaktır. Bu gerçeği kavrayan kimsenin hayatının her anı
kulluktan ibarettir. Tevhidi kavrayan, Allah'ı bilen, meşhur ve yaygın
ifadesiyle mârifetullaha ulaşan ve Allah'a kul olma şuuruna sahip olan bir
insanın şirke düşmesi, gizli veya açık şekilde Allah'a herhangi bir şeyi ortak
koşması düşünülemez. Allah'a şirk koşan kimse, tevhid inancından uzaklaşmış ve
Rabbi ile bağını koparmış olur. Çünkü tevhid ile şirk aynı kalpte birleşmez.
Allah'ın ipine sarılmaktan
maksat, Allah'a verdiği sözde durmak, O'nun Kitab'ı olan Kur'an'a
ve yegâne hak din olan İslâm'a sarılmaktır. Kur'an'a sarılan İslâm'ı hayatının
düsturu edinmiş ve Cenâb-ı Hakk'ın emir ve yasakları doğrultusunda bir yola
girmiş olur ki, bu yol sırât-ı müstakîmdir. Allah'ın Kitab'ı ve Resûlü'nün
Sünnet'i bu en doğru yolun yegâne ve şaşmaz rehberidir. Böyle bir yolda olanlar
tefrikaya düşmezler; düşmemeleri gerekir.
Çünkü Allah Teâlâ "Hep birlikte Allah'ın ipine
sımsıkı yapışın; tefrikaya düşüp parçalanmayın" buyurur [Âl-i İmrân sûresi
(3), 103]. Şu
halde tefrikalar Kur'an ve
Sünnet'ten, İslâm'dan kaynaklanmaz. Çünkü
bunlar tefrikanın değil tevhîdin, birlik ve beraberliğin kaynağıdır. Ümmetin
düştüğü tefrikaların menşei
Kur'an ve Sünnet dışı düşünce ve yönelişlerdir. İslâm tarihi boyunca ümmetin içinde
görülen sapmaların, düşülen tefrikaların sebepleri İslâm'dan uzaklaşma, bilerek
ya da bilmeyerek düşmanın oyununa gelmedir. Bundan kurtulmanın çaresi de Kur'an
ve Sünnet'e yönelmektir.
Allah'ın rızasına uygun olmayan
işler, O'nun hoşnut olmadığı şeyler de vardır. Bunlardan biri, dedikodudur. Dedikodu, kişinin kendisi içinde olmadığı halde
başkalarının yapıp ettiklerini, hiç kimseye faydası olmayan sözleri, gereksiz
ve lüzumsuz konuşmaları tekrarlayıp durmaktır. Hadîs-i şerîfteki ifadesiyle "kîl ü kâl", şunun bunun
söylediği aslı astarı olmayan sözlerdir. Falan şöyle demiş, filan ona şu
karşılığı vermiş şeklindeki faydasız konuşmaların tekrarının kişiye ve topluma
kazandıracağı bir şey yoktur. "Her
duyduğunu söylemek kişiye yalan olarak yeter" (Bagavî, Şerhu's-sünne, XIV, 319) hadisi de
konumuza ışık tutar. Bu çeşit davranışlar kişilerin günaha girmesine, fertler
arasında kin ve nefretin, toplum içinde de huzursuzluğun ve sevgisizliğin
artmasına sebep olur. Neticede toplum bir gıybet ve dedikodu çaresizliği içine düşer
ve faydalı işler yapmaktan uzaklaşır. Günümüzde bunun acı örneklerini yaşamakta
oluşumuz, konunun ne kadar önemli olduğunu gözlerimiz önüne sermektedir.
Allah'ın hoşlanmadığı bir başka
şey de lüzumsuz yere çok sual sormaktır. Aslında faydalı soru ilme katkı sağlar; Kur'ân-ı Kerîm
insanları buna teşvik eder. "Sana
sahâbîler ne infâk edelim diye sorarlar?" [Bakara sûresi (2), 215] ve "Bilmediğiniz şeyleri ehl-i
ilimden sorunuz" [Nahl sûresi (16),
43] âyetleri
buna delâlet eder. Fakat faydasız sualler hem kendisine soru sorulanı rahatsız
eder hem de insanları gereksiz ve lüzumsuz şeylerle uğraşmaya sevk eder. Bu
sebeple Kur'ân-ı Kerîm, Resûl-i Ekrem Efendimiz'e
gereksiz ve lüzumsuz sorular sorulmasını yasaklamıştır: "Ey iman edenler! Size
açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayınız" [Mâide sûresi (5), 101].
Peygamber Efendimiz de "Benim size bıraktığım
hususlarda, siz de beni kendi halime bırakınız" (Buhârî,
İ'tisâm 2; Müslim, Fezâil 130) buyurarak, daha önceki ümmetlerin helâk oluş
sebeplerinden birinin de peygamberlerine çok soru sormaları olduğunu
belirtmiştir. Kitabımızın 158 ve 342 numaralı hadislerinde bu konuyu yeterince
açıklamıştık.
Peygamber Efendimiz'in bildirdiğine
göre, Allah'ın razı ve hoşnut
olmayacağı üçüncü husus malı telef etmektir. İmam Nevevî'nin hadisi burada
zikretmesinin asıl sebebi de budur. Malı telef etmek, bir bakıma onu israf
etmek olup, Allah'ın hoşlanmayacağı şekilde ve hoşlanmadığı yerde, dinin meşru
kabul etmediği tarzda kullanmaktır. İslâm'ın kabul ettiği temel prensip, mal ve
para, helâl yollardan kazanılıp yine helâl yerlere harcanmalıdır. Malın ve
paranın önemi, kişinin beşerî ihtiyaçlarını temin etmesinin aracı olması,
başkalarına muhtaç olup insanlara el açmasını önlemesinden kaynaklanır.
Mal ve paraya bir kutsallık izafe
edilmesi veya en üstün değer gibi algılanması İslâm nazarında asla makbul
sayılmaz. Malını telef edenler ve israf yoluna girenler Allah'ın kendilerine
vermiş olduğu nimete nankörlük etmiş sayılırlar. Böyleleri bir müddet sonra
başkalarına muhtaç hale gelebilirler. Çünkü dünya malı kişi için bir imtihan
vesilesidir. Allah'ın verdiği her nimeti yerli yerinde kullanmak gerektiğini, o
nimeti veren Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de kullarına öğretmiştir. Her nimet gibi
mal ve mülk de helâl veya haram yolda harcanabilir. Mallarını helâl yollara
sarfedenler, büyük sevap kazanır, onu âhiret azığı haline getirmiş olurlar;
haram yollarda tüketenler ise günah kazanır, âhiretlerini de perişan ederler.
Bu sebeple Kur'an'ın en çok üzerinde durduğu konulardan biri de infâk, yani malını Allah yolunda sarf etmektir.
Harcamanın ölçüsü de Kur'an'da bize bildirilmiş olup, "Onlar mallarını harcadıkları
zaman israf etmezler; cimrilik de göstermezler. İkisi arasında orta bir yol
tutarlar" buyurulur [Furkân sûresi
(25), 67].
(Hadisin farklı
bir rivayetinin yorumu için bk. İ. Lütfi Çakan, Hadislerle Gerçekler, II,
30-36.)
Hadisten Öğrendiklerimiz
:
1. Şu üç davranıştan Allah razı
ve hoşnut olur:
* Allah Teâlâ'yı hakkıyla bilip,
tanıyıp sadece O'na kulluk ve ibadet edilmesinden;
* Allah Teâlâ'ya hiçbir şeyin
ortak koşulmamasından;
* Allah'ın ipi olan Kur'an'a ve
İslâm'a sımsıkı sarılıp tefrikaya düşülmemesinden.
2. Şu üç çirkin davranıştan da
Allah razı ve hoşnut olmaz:
* Kişinin dinine ve dünyasına
fayda sağlamayan dedikodudan;
* Lüzumsuz ve gereksiz yere çok
soru sormaktan;
* Malını harvurup harman
savurarak, telef etmek ve israfa dalmaktan.
1786- وَعَنْ وَرَّادٍ كَاتِبِ المُغِيرَةِ بن شُعْبَة قالَ : أمْلَى عَلَيَّ المُغِيرَةُ بنُ شُعبةَ في كتاب إلى مُعَاويَةَ رضي اللَّه عنْه ، أنَّ النبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كَانَ يَقُول في دبُرِ كُلِّ صَلاةٍ مَكْتُوبَةٍ : « لاَ إلَهَ إلاَّ اللَّه وَحدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، لَهُ المُلْكُ وَله الْحَمْد وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيءٍ قَدِيرٌ ، اللَّهُمَّ لاَ مانِعَ لِمَا أعْطَيْتَ ، وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ ، وَلاَ ينْفَعُ ذَا الجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ » وَكَتَبَ إلَيْهِ أنَّهُ « كَانَ يَنْهَى عَنْ قِيل وقَالَ ، وإضَاعَةِ المَالِ ، وَكَثْرةِ السُّؤَالِ ، وَكَانَ يَنْهَى عَنْ عُقُوقِ الأمهَّاتِ ، ووأْدِ الْبَنَاتِ ، وَمَنْعٍ وهَاتِ » متفقٌ عَلَيْهِ ، وسبق شرحه .
1786. Mugîre'nin kâtibi Verrâd şöyle dedi:
Mugîre İbni Şu'be, Muâviye radıyallahu anh'e gönderdiği bir
mektubunda bana şöyle yazdırdı:
Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem her farz namazın
ardından şöyle dua ederdi:
"Lâ ilâhe illallâhü vahdehü
lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü velehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.
Allahümme lâ mânia limâ a‘tayte, ve lâ mu‘tiye limâ mena‘te; ve lâ yenfeu
ze'l-ceddi minke'l-ceddü:
Bir olan Allah'tan başka hiçbir
ilâh yoktur. O'nun ortağı da yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun
her şeye gücü yeter. Allahım! Senin verdiğine engel olacak hiçbir güç yoktur.
Senin vermediğini verecek de yoktur. Servet sahibi olanın serveti, senin
yardımın yerine geçip kendisine bir fayda sağlamaz."
Mugîre, Muâviye'ye şunu da yazdı:
Resûl-i Ekrem, dedikodudan, malı
telef etmekten, gereksiz yere çok soru sormaktan nehyederdi.
Ayrıca Peygamberimiz, analara
itaatsizlikten, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten, verilmesi gerekeni
vermemekten ve hakkı olmayan bir şeyi istemekten de nehyederdi.
Buhârî, İ'tisâm 3, Rikâk 22; Müslim, Akdiye 12-14. Ayrıca bk. Buhârî, İstikrâz 19, Edeb 6
Verrâd :
Meşhur sahâbî Mugîre İbni Şu'be'nin
hem azatlı kölesi hem de kâtibidir. Efendisi Mugîre'nin yanında bazı
tâbiîlerden de hadis nakletmiştir. İbni Hibbân onun sika bir ravi olduğunu
söyler.
Allah ona rahmet etsin.
Açıklamalar :
Peygamber Efendimiz'in namazlarının
ardından yaptığı bazı dualarına kitabımızın "Zikirler Bölümü"'nde
1411-1446 numaralı hadisler arasında yeterince yer verilmiş ve mahiyetlerine
temas edilmişti. Hadisimizde geçen bu duayı da 1419 numara ile orada aynen
görmüştük.
Dedikodudan, malı telef etmekten ve
lüzumsuz yere çok soru sormaktan sakınmanın gereğini, Cenâb-ı Hakk'ın bunlardan
razı ve hoşnut olmadığını da bir önceki hadiste açıklamıştık. Nevevî'nin hadisi
burada zikretmiş olması, yukarıdaki rivayette olduğu gibi malı telef etmenin,
meşrû olmayan yollarda harcamanın yasaklandığının bu rivayette de belirtilmesi
sebebiyledir.
Hadisin son bölümünde yer alan
analara itaatsizliğin, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenin ve verilmesi
gerekeni vermeyip, almaya hakkı olmayan şeyi istemenin yasaklandığını da 342
numaralı hadiste açıklamıştık. Anılan hadislerin açıklamalarını bir kere daha
okuyarak bu konularda bilgilerimizi tazeleyebiliriz.
Hadisten Öğrendiklerimiz
:
1. Sahâbe-i kirâm Resûl-i Ekrem
Efendimiz'in sünnetini ve hadislerini öğrenmeye son derece düşkün idiler. Bu
hadis, hadisleri derleyip toplama faaliyetinin (tedvin) onlar döneminde
başladığının bir delilidir.
2. Peygamber Efendimiz
namazlarının arkasından birtakım dualar okurdu. Bizler de bu duaları öğrenip
okumalıyız.
3. Dinimizde dedikodu, faydasız
ve lüzumsuz soru sormak, malı meşrû olmayan yerlerde harcamak yasaklanmıştır.
4. Efendimiz, ana babaya
itaatsizliği, Arapların çirkin âdetlerinden biri olan kız çocuklarını diri diri
toprağa gömmeyi, verilmesi gereken bir hakkı vermemeyi ve hakkı olmayan bir
şeyi istemeyi yasaklamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder